Google ve Apple arasindaki iki temel farklılık


Son iki senedir, daha doğrusu Google’ın Android projesini başlattığı günden beri Apple ve Google arasındaki işbirliği ciddi bir rekabete ve hatta ötesinde Apple’ın patent konusunda HTC’e açtığı dava ile dolaylı bir kapışmaya döndü. Bu kamplaşma özellikle de Amerika’daki teknoloji nerd’leri arasında bizdeki Galatasaray – Fenerbahçe benzeri bir taraftarlığa dönmüş durumda. Bir tarafta koyu Google fanatikleri, öteki tarafta koyu Apple fanatikleri var. Yeni ürünlere ilişkin önemli blog sitelerindeki yorumlar genelde bu iki koyu taraftar grubunun yorumlarıyla şekilleniyor.

Ben de çoğu zaman keyifle bu sataşmaları okuyorum ve aslında bu sataşmalardan önemli bilgiler de edinme şansı yakalıyorum. Ancak bugün kafamda bir ışık yandı. Dedim ki uzun uzadıya bir sürü tartışma yapılıyor ama nedir Google ve Apple arasında özellikle de bu kapışamalar temelinde öne çıkan temel farklılık?  Biraz ona değineyim istedim.

Apple son iPhone tanıtımında Steve Jobs’ın da üstüne basa bas vurguladığı gibi yazılım ve donanımı en iyi şekilde buluşturmaya çalışan bir firma. Stratejilerinin özünde bu amaç yatıyor. 80’lerde bu amaç Microsoft’a karşı kaybetmelerine neden olmuştu. 2000’lerde ise iPod ile birlikte kazanmaya başladılar.
Dolayısıyla Apple ürünlerinin tamamı yazılım ve donanım olarak test edilip, kendi ikna olduğu haliyle mükemmel hale getirilinceye kadar piyasaya sürülmüyor. Hatta, son iPhone istisnası hariç inanılmaz bir dikkatle ürüne ilişkin detaylar lansmana kadar saklanıyor.

Google ise bu açıdan farklı bir yaklaşım izliyor. Bu noktada belki Beta ürünlerin Google açısından önemini vurgulayarak söze başlamak lazım. Google inovasyon kavramını, inanılmaz bir devinim ile hayata geçirmek üzerine stratejisini kurmuş gözüküyor. Bunu da geliştirdiği ürünleri asgari ölçekte hazır hale getirdiğinde (ki bahsettiğimiz Google standardında asgari olduğu için yine de ciddi bir talep ile karşılanıyor ve memnuniyet yaratıyor) piyasaya sunarak yapıyor. Genelde ilk etapta developer diye adlandırılan Geliştiriciler ile ve kısıtlı bir son kullanıcı kitlesi ile ürünü paylaşıyor. Burada açık kaynak kodu ve paylaşım gibi kavramlar ile topladığı sempati ürünün kendi çalışanları dışında da ciddi bir kitle tarafından sahiplenilmesinine olanak sağlıyor. Bu sayede olası eksiklikler ve potansiyel yeniliklikler de safha safha iyileştirilerek ürün kısa zamanda mükemmelleşiyor.

Neticede özetlersek Apple kendi tasarlayıp geliştirdiği ürünleri, yazılım ile donanımın maksimum uyumunu gözeterek hazır ve sorunsuz bir şekilde ve ambalaj olarak da şık bir tasarımla sunuyor. Buna karşılık Google ürünlerini en erken safhada tüketiciyle buluşturarak, ürünün kullanıcıların katkısı ve geri dönüşleriyle mükemmel hale getirilmesini sağlıyor. Ama bu sayede teknolojik inovasyonu ve yenilikleri en erken şekilde son kullanıcıya sunmuş oluyor ve açık kaynak kodu içeren projelerinde isteyenin üzerine arzu ettiği bir şekilde katma değer yaratabileceği bir yaklaşım sağlıyor.

Bugün Android ve iPhone tartışmalarının özünde de aslında bu kavramlar yer alıyor. Birinde tamamen hazır ve kontrolü Apple’ın elinde olan; belli periyodlarda iTunes üzerinden yapılan önemli güncellemeler sunan ve ancak Apple tarafından onaylanan bir App Store ekosistemi var, diğer yanda ise iki-üç ayda bir ciddi güncellemeler ile gelişen ancak bir çok üretici tarafından, ana yazılım üzerine ek’ler de yapılarak farklı farklı ürün ve modellerle hayata geçen Android ekosistemi var.

İkisinin de kendilerine göre artı ve eksileri var hiç kuşkusuz. Burada önemli olan, son kullanıcı olarak siz hangi tarzı kendinize daha yakın hissediyorsunuz. Bence önümüzdeki dönemin akıllı telefon müşterisinin kendine sorması gereken en önemli soru bu…

Yorumlar